Yaratıcılık hak getire, artık hayaller hep bir benzemişlik kişilik örüntüleri. Zaman, mekan, konu, kişiler dar kalıplar; kamera açıları, sahneleme, yakın planlar hepsi de bir devamlılık hatası. Peki ya montaj, işte o tam bir rezalet, sanki reklamcının kucağına düşmüş bir sanat filmi gibi pragmatik bir o kadar istemsiz dramatik, özü özlüce bir peşkeş, sadece bir kar amacı güden sahneler birleşimi...
Neden bu kadar fragmatik hayat? Nedenlere bir emel mi biçmek gerek, nedenleri nedenselleştirmek mi? Boğumlaştırmak mı? Bilmiyorum, inan bilmiyorum. Keşke bilsem bildiğim şekliyle bahanelere sığınsam...
Bu örüntü içinde moral motivasyonu olmayan bu filmle ne kadar gişe yapılır bilinmez. Eeee görünen köy, izlenme oranları da ortada, sanat sanatı çağırmaz, sanatı çağırmayan şey izleyiciyi nasıl çağırır. Bu yüzden fragmanı düşürüp izleyiciler anlasın diyorum ama yine yok, çünkü hayat fragmatik fakat pragmatik değil... Yada şöyle benim dışımdaki senaryolar hep pragmatik, derinliği olmayanlarından, oysa Atmaca! Atmacanın sadece bakış sahneleri bir fragman...
Ben bir sessizlik kör kuyusunda terkedilmiş dilenci,
Ne gücü yeter, ne istenci...
Kimsesizliğin zehrinden almış, artık kimi olmayacak bir bedevi.
Hayra yorulan hayatın hayırsız kalan sessizliği...
***
Kimsesizliğin kimsesi,
Yoksulluğun sepeti,
Dakikalara sığılan moralsizlik hali,
Saniyelerde ölümü bekleyen bir fani...
***
Artık ne olur bilinmez,
Artık ne gelir bilinmez,
Olur da lanet kalkarsa,
Atmaca o zaman uçar,
Atmaca o zaman uçar,
Sessiz,
Derin
Yüksekten,
Aşkla,
Şevkle,
Derinlere...
Derinliklere...
...Ruhsuz Atmaca
Sevgiyle Kalın...
Bloglar uykuda, ben geç uyumaya alıştım Atmaca. Bak bu daha iyi oldu, Ruhsuz demek abesti. Her şey tekrar gibi değil mi? Fragmatik iyi buluş, Film gişe yapmaz, sonunu da tahmin edebiliriz. Ben asıl senaryoya isyan edip, kendi senaryomu yazıyorum hâlâ. Sanki bu dünyada değilmişim gibi geliyor. Zor rolleri kendim üstlenerek de buranın çekilmezliğinden biraz uzaklaşmış hissediyorum...
YanıtlaSilŞiirin ilk iki satırına bittim. Gerisi de güzeldi. Sevgiler oğlum.
İnsanın kendi senaryosunu yapaylıktan kurtarıp özgünlüğe harmanlaması zor sizinkisi bu bunun sonucu da elbet güzel olur. Çok teşekkür ederim ablam.
Silyoksulluğun sepeti, demişsin ya... Sanırım bu dünyada en güzeli yoksul olmak... İnsan her şeyini bir sepete sığdırabildiğinde tüm sınırları aşıyor hayalleri galiba... Çırılçıplak gelirken dünyaya, hiçbir şeyimiz yokken gelirken dünyaya... biz büyüdükçe büyüyor yığınlarımız, biz büyüdükçe küçülüyor hayatlarımız... Ve koskoca bir filmden küçücük bir fragman kalıyor bize... İçi saçmalıklarla dolu bir fragman...
YanıtlaSilİnsan vazgeçmeli, değil mi bir şeylerden? Vazgeçmeli, daha fazlasına sahip olabilmek için... Fazlası ne diyecekler... belki de yoksulluğun sepeti, diyeceksin fazlası.. yoksulun sepeti...
Ne bileyim, belki de bir sepeti olmalı insanın... En fazla da bir sepeti... Biz sadeleştikçe çıkacak özümüz kozasından... Ve o zaman senaryolar değer bulacak, hayatlar bir filmden de öte, belki bir roman olacak...
'Hayra yorulan hayatın hayırsız sessizliği' demişsin ya...Evet.. Hayat, hayra yorulan bir rüya olmaktan çıkacak belki... Rüyalar gerçek olacak..
Belki hayatlar değil ama, romanlarımız, hayatımız olacak... Sepet sepet büyüttüğümüz romanlarımız... Çağ aşan hayallerimizle yazdığımız...
Uzattım..çok yerinde bir yazı olmuş, ellerine sağlık.
Çok uzatmadın, tam yerinde güzel yorum oldu. Hayatlar bu hep bir roman, kimisininki bir iki cilt, kimisi roman olmaya son bir iki sayfayla erimiş. Gerçeklik yok olduğu yerde aslında hayaller başlıyor, işte burda bir dezenformasyon var "gerçeklik nedir?" senaryo hayale yığıldıkça, flashbackli bir hikaye devimini oluyor. Nitekim bu da mutlu olduğu için gerçeklik tam bir karmaşa oluyor. Umarım insanlar gerçeklerinde satamadıklarını, romanlarında satıp bestseller olurlar. :)
Sil