10.08.2012

İnsanlar Alemi

İnsan dünyada tek başına kalsa kendisiyle savaşır. Bu söz herhalde kimse tarafından inkar edilmeyecek bir gerçektir. Her insan dünyaya gelirken farklı kodlarla gelir. Farklı bir yaratılış ürünüdür. Doğruları farklıdır. Yapmak istediği şeyler farklıdır. Hani kısaca buna "her insanın zevkleri ve renkleri farklıdır"diyebiliriz. Ama insanlar arasında tek bir ortak nokta vardır, "savaş".

Savaş, kelime olarak kötü bir kelimedir. Tabi bunun en temel nedeni kirletilmesinden kaynaklanmasıdır. İnsan bu kelimeyi diğer insanları yok etme amacıyla kullanmaktadır.Fakat insanın verdiği tek savaş bu değildir. Ve bence bunun olmasıda gerekmez.Adı savaş ama uygulama alanı farklı. Sadece harcanan emek ve çekilen eziyetin sonucunu bir şeyle eşleştirmek gerektiği için "savaş"
diyoruz.

Çeşitlendirmek gerekirse, insan daha doğarken bir savaşın içinde bulur kendini. Hatta doğmadan önce o dokuz aylık süre içersinde. Burada annenin yaşatma savaşı, çocuğun ise yaşama savaşı vardır. Her çocuk dokuz ay boyunca normal olaylar yaşamaz. Yaşama savaşının kazanılması için en önemli etken "anne"dir. Annenin yapmaması gereken hem fiziki hemde ruhsal eylemler vardır. Fiziki olarak herkesin bildiği ağır yük kaldırmamasıne söyleyebiliriz. Fiziki eylemler halledilebilir, çözümü bulunabilir eylemlerdir. Ama ruhsal eylemler biraz farklı. İnsan zihni çok karmaşık bir zihindir. Çözülmesi zor denklemlerin olduğu bir yaradılışa sahibiz. Hani başta söylediğim farklı kodlar olayı. O yüzden annenin en büyük savaşı ruhsal evrende geçer. En ufak moralinin bozulması bile kötü sonuçlara yol açabilir. Can sıkıntısı, aileden kayanaklanan sebepler vb. diyebiliriz. Unutulmamalıdır ki anne ne kadar etkilenirse bebekte o kadar etkilenir. İçinde düşünmeyi veya diğer tanımla kafaya takma eylemine giren herşey bu ruhsal evrededir. Ve bakıldığında bir günü bir gününe uymayan insan için, annelerin girdiği savaşın zorluğunu...

Dokuz ay geçer çocuk doğar. Doğum sırası bile onun için yaşama savaşıdır. Sonra çocukluk dönemi gelir. En sevimli savaş dönemi diyebiliriz buna. Çünkü burada oynama, arkadaş bulma gibi basit olayların yaşandığı dönemdir. Bu dönemler pek önemli olmadığı için derinleştirmiyorum. Ama bir çocuğun en büyük savaş verdiği dönem ergenlik dönemidir. Ergenliğe girdiği saniyeden itibaren savaşın ortasında bulur kendini. Bir takım basit sıkıntıların yanında, basit olmayan sıkıntılar yaşar. En başta bir "birey olma" savaşı vardır. Topluma kendini kabul ettirme, o toplumun bir üyesi olduğunu belli etmesi gerekir. Hem kendi cinsine hem de karşı cinse karşı itibar sağlaması gerekir. Kısacası yeni bir dünya kurması gerekir.

Şöyle yada böyle bu evreler geçirilir ve yaşlılık dönemi gelir. Burada gene bir savaş vardır. Yaşama savaşı ve pişmanlıklar. Yaşlanan her insan yaptığı, yapmak isteyipte yapamadığı şeyleri düşünür. Tartma ve sonuca göre ben yaşamış mıyım? ya da yaşamamış mıyım? sorularına cevap arar. Bir nevi dünyada verdiği savaşın sonucunun doğurduğu yarar-zararları belirler.

Hani buradaki kelime savaş olunca biraz karamsar, kötü gelebilir ama bizim yaşamımız bunun üzerine kurulmuştur. Başta kendimizle savaşırız. Oyunu ilk önce kendi üzerimizde deneriz ya da öyle yapmamız gerekir. Çünkü günümüzde bu böyle yapılmadığı için haksız insanlar bu oyunda sadece kobay olarak, haksız yere zarar görüyorlar ve yok oluyorlar.


0 yorum:

Yorum Gönder

Yorum Kuralları
*Lütfen yalnızca yazı ile ilgili yorumlar yazın.
*Yazının konusu dışında iletmek veya sormak istediğiniz bir şey varsa İletişim Formunu kullanın.

Reklam